Damien Chazelle’in yazıp yönettiği Whiplash, vizyona düştüğü günden beri 8.6’lık İMDB puanı ve “büyülenen” izleyicilerin tavsiyeleriyle benim de gündemimdeydi. Ama ne yalan söyleyeyim bir yandan da içim istemiyordu izlemeyi. Hakkında da okumadım. Şimdi düşünüyorum da “olamadığım” şeyle yüzleşmek istemiyordum aslında. “Olmamayı seçtim” desem de öyle kapanmıyordu o dosya demek… Sonra bir gün annemin, birkaç yıldır özel piyano dersi alan 9 yaşındaki yeğenime öğüt verirken filmi örnek gösterdiğine şahit oldum: “Müzikte başarı öyle kolay kazanılmıyor!” Başımdan kaynar sular döküldü. Bilmez miyim! Bu konuya daha sonra döneceğim.
Elbette filmle ilgili olumsuz eleştirirler de yapıldı. Örneğin, filmin yetenekli genç müzisyeni Andrew’un başarının doruğuna ulaştığı sırada dahi herhangi bir özgün müzikalite göstermemiş olduğunu hatırlatan kıymetli eleştiriler…
Ancak filme getirilen temel eleştiriyi, Foti Benlisoy geçen haftalarda twitter hesabına çok net özetledi: “Whiplash rekabetçi bireyciliğin, neoliberal ‘karakter aşınmasının’ güçlü bir övgüsü…”
Gerçekten Andrew’un maruz kaldığı “verim arttırıcı” zorlama ve mobing, iş yaşamında çok sayıda insanın maruz kaldığından farklı değil. Yüksek verimliliğin, risk almanın, deneyim yerine mobilize ve adapte olabilme kabiliyetinin, ekip çalışması yerine rekabetin yükselen değerler olduğu “yeni kapitalizm kültürünün” yol açtığı yıkım, depresyondan intihara, beyaz yakalı çalışanın gerçekliği bugün.
Müzisyen olarak yetişmenin kendine özgü dinamikleri bulunabilir ama tarihin kendisi gibi, müzik icra ve üretiminin tarihinin de üretim ilişkilerinden ayrı düşünülemeyeceği muhakkak. Bu bakımdan, Batı müziği dünyasında virtüozite kavramının, çalgıların yapısını kendi ihtiyaçlarına uyarlayarak (yaylı çalgıların saplarının uzayıp, hareketi kolaylaştırmak için incelmesi gibi), yeni müziksel ifade biçimleri, konser pratikleri, yıldız icracılar yaratarak ortaya çıkışının 19. yüzyılın tarihselliğine denk gelmesi elbette rastlantı değil. Paganini’nin ve muhtemeldir ki 1930’ların başında onun kemanla gerçekleştirdiği şovu (Paganini’nin konser sırasında bilinçli olarak bir telini koparttığı ve icrayı üç telle tamamladığı anlatılır) izleyerek kendi kariyerini resitallerle bezeyen Franz Liszt’in 19. yüzyıl sanayi kapitalizminin yarattığı bireyciliğin müzik alanında ortaya çıkardığı en tanıdık simalar olduğu söylenebilir.
Mozart’la yaratılmış “dahi çocuk” imgesinin hakim olduğu ve bireysel yeteneğe aşırı vurgu yapan müzik dünyasında virtüozite, elbette kapitalizmin gelişimine paralel bir hızla alana hakim olup kendi pratik ve öğretme metotlarını üretti. Bugün, çoksesli Batı müziği ve caz gibi “Batılı” müzik gelenekleri çalgıcı ya da şef ama illaki yorumcu odaklı bir biçimde, piyasa ilişkilerine adapte olmuş bir vaziyette sürmekte. İcracılık düzeyi de teknik anlamda akıl almaz bir noktaya varmış durumda. Çok erken yaşta başlayıp, insan (çocuk) psikolojisini altüst eden bir tempo ile sürdürülen müzik eğitimi, bugün dünyanın her yanında -Uzakdoğu ülkeleri başta olmak üzere- genç yıldızlar parlatıyor. Teknik düzey öyle yükselmiş durumda ki “iyi müzisyen” olmak müzikalite ve birlikte çalma becerisi gibi temel becerilerin ötesinde, üstün bir teknik beceriyi dayatır durumda. Bu düzeyin sağlanmasını mümkün kılanlar da filmdeki gibi aşırı talepkar Fletcher’lar gerçekten. Yani tüm abartısına rağmen tablo o kadar da gerçekdışı değil.
Bu noktada, bahsedilen müzik geleneklerinde öğrenme sürecinin ustadan çırağa gerçekleştiğini hatırlatmak gerekir. Tam da bu yüzden çırak, kendisinden talep edilen ve sürekli yükselen bir seviyeye ulaşmaya çabalarken, bir tür aşk-nefret ilişkisi kurduğu ustasına itaat etmek durumundadır. Rüştünü ispat ettikten sonraysa bir dizi aracı kurum ve kişi aracılığıyla prestijli kayıt şirketleri, festivaller, prodüksiyonlar arasında sürdürülecek bir psikolojik savaş başlar.
Öte yandan, müzik eğitimi söz konusu olduğunda “Doğu dünyasında” da benzer uygulamalarla karşılaşmak mümkündür. Bazı kültürlerde geleneksel müziğin öğretimi, hocaya koşulsuz bir itaati ve bunun tesisi için kimi zaman akıl almayacak davranışlara (aşağılanma, yok sayılma vs.) maruz kalmayı gerektirebilir. Ancak bu örneklerin büyük kısmında, öğrencinin bireyselliğini sivriltmenin -elbette önce egosunu yerle bir ederek- değil, tersine onu bir usta-çırak silsilesinin halkası haline getirmek için anonimleştirmenin hedeflendiği düşünülebilir.
Gözlemleyebildiğim kadarıyla filmin -özellikle müzisyen olmayan- izleyici üzerinde yarattığı etkinin “büyülemek”, “hayranlık uyandırmak” olduğunu söylemiştim. Her ne kadar filmin eleştirel bir yaklaşım içerdiğini düşünenler varsa da sonunda “ulaşılan” başarı ve uzlaşmanın bir olumlama etkisi yarattığı benim için de açık. Bu noktada, o rekabetçi ortamda başarılı olamamış, kemanını elinden atıp da nerelere kaçacağını bilememiş bir çocuğun annesi olarak annemin algısını ve yeğenime öğüdünü hatırlamak yeterli.