Her ne kadar, 1960’lardan beri kendini göç veren ülke olarak tanımlamakta dirense, mülteci kabulü koşullarını 1951 Cenevre sözleşmesinden bu yana ancak bir nebze gevşetmiş olsa ve kabul ettiği mültecilere ilişkin neredeyse hiçbir sosyal politika üretmemekte kararlı görünse de, haber verelim, Türkiye bir göç ülkesi! Coğrafi konumu dolayısıyla hem Orta Doğu’daki savaş ortamı ve istikrarsızlıktan kaçan halklar hem de Afrika ülkelerinden AB ülkelerine geçmeye çalışan göçmenler için neredeyse zorunlu bir uğrak olan Türkiye, hatırı sayılır bir göçmen nüfusa geçici ya da kalıcı biçimde ev sahipliği etmekte. Bu tabloya, domestik hizmetler başta olmak üzere geçici çalışma için ülkeye gelen Asyalı göçmenleri de eklemek gerek.
Söz konusu göçmenlerin bir kısmının ülkeye vizesiz giriş yapması ya da vizelerinin sona ermesiyle yasadışı duruma düşmeleri dolayısıyla sayıların tam olarak bilinmesi mümkün görünmüyor. Ancak özellikle yakın zamanda Suriye’deki şiddet ortamından kaçarak Türkiye’ye giren göçmenlerin sayısının bir buçuk milyonu çoktan aştığı hepimizin malumu.
Müziğin göçmenleri bekleyen zorlu hayat koşullarında mucizeler yarattığını düşünmek saflık olur elbette ama özellikle göçe sebep olan ya da bizzat göçün yarattığı travmayla baş etmekte az buz bir iş görmediğini de not etmek gerek. Göçmenler özellikle belirsizliğin hakim olduğu geçici göç sürecinde müzik aracılığıyla bir araya geliyor, kültürel kimliklerinin sürekliliğini sağlıyor ve müzik sayesinde yerel ekonomik ve sosyal ağlara eklemleniyorlar.
Göçmen topluluklarının, yaşadıkları travmayla baş edebilmek açısından dindarlaşma eğilimi gösterdikleri düşünülmekte. Bunun yanı sıra, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, göçmen yaşamına müdahalede devletin bıraktığı boşlukların dini ağlar tarafından doldurulduğunu söylemek de mümkün. İstanbul gibi büyük kentlerde kalabilmek ise Hıristiyan göçmenlerin bu desteğe ulaşabilmelerinde hayati bir önem taşımakta. Kiliseler ve uluslararası dini organizasyonlar sağlık hizmetlerinden eğitime, iş ve kalacak yer bulmaya ve diğer göçmen gruplarla ilişkilenmeye değin vaz geçilmez bir destek sunmakta. Öte yandan göçmenler için yapılan bazı etkinliklerin kiliseler arasında ilişkilenme sağladığı da görülmekte.
9 Ocak 2014 tarihinde, “farklı kilise ve kilise kurumlarının ortak çağrısıyla”, Kumkapı Surp Vortvots Vorodman Kilisesi’nde “Göçmenler için Noel Duaları” başlıklı bir etkinlikle, çok sayıda kilise, “Göç yollarındaki yalnızlığı kırmak için…” bir araya geldi. Ev sahibi peder, etkinliğin başında, insan yaşamını altüst eden göç deneyiminin günümüzün en önemli meselelerinden biri olduğunu ifade ederken, Hıristiyan dininin göçmenlerle dayanışma hassasiyetini, inançlarının yer yüzünün insanlar için geçiciliğine yaptığı vurguyla ilişkilendirdi.
Kutsal kitaptan alınan ve İsa’nın gelişini duyuran kısa bir dua metninin (Yeşaya 60: 1-4.18-20) Amharikçe’den (Etiyopya’da konuşulan bir dil) İtalyanca ‘ya onu aşkın dilde okunması ve ayine katılan göçmen grupların kendi dillerindeki Noel ilahilerini seslendirmelerinden ibaret olan etkinliğin müzik ekseninde kurulmuş olması, müziğin göçmen yaşamındaki yerini ortaya koymasının yanında, farklı göçmen topluluklar arasına dillerin koyduğu bariyeri, müziğin yıkabileceği gerçeğine de işaret etmekte.
Katılan göçmen toplulukların hemen hiçbirinin İstanbul’da düzenli koro icraları bulunmadığından farklı dillerdeki ilahiler, tek bir kişiden, beş-altı kişiye değişen küçük topluluklarla icra edildi. Söylenen ilahiler, Fransızca, Amharikçe, İtalyanca, Tagalog (Filipinler’de konuşulan dillerden biri), Farsça, Rumca, Almanca, Lingala (Kongo’da konuşulan bir dil), Swahili (Doğu Afrika’da konuşulan bir dil) ve Korece dillerindeydi. Etiyopyalı göçmenler ilahilerini vurma çalgıları eşliğinde söylerken, İranlı bir göçmen klasik gitar, Latin kilisesi ise flüt ve klarinet eşliğinde söylediler ilahilerini.
Gece, 1818’de Avusturya’da, Franz Xaver Gruber tarafından bestelenen ve özellikle Avrupalı Hıristiyan dünyası için bir tür evrensellik atfedilerek, tam da bu nedenle 2011 yılında UNESCO tarafından “Somut Olmayan Kültürel Miras” kapsamına alınan Stille Nacht, heilige Nacht (Sakin Gece, Kutsal Gece) isimli popüler carol’ün Türkçe’nin de aralarında olduğu on kadar dilde hep birlikte söylenmesiyle son buldu.
Son olarak, bu yürek ısıtan gecenin son derece az sayıda göçmene ulaşabilmiş olduğunu belirtmek gerek. Pek çoğu, mesleki vb. bireysel nedenlerle İstanbul’da yerleşmiş olarak yaşayan, ekonomik statü ve kentin geniş bir bölümüne erişim açısından pek çok diğer göçmen gruba oranla avantajlı durumdaki Avrupalılar dışında, her topluluktan icra yapacak olanlardan başka çok az sayıda topluluk üyesi geceye katılmıştı. Hıristiyan kiliselerinin hem birbirleriyle ilişkilenmekte hem de bu ortak etkinliklere göçmenlerin erişimini sağlamakta kat edecek yolu var belki. Ama ilahilerin, dini ve dindışı alanda göçmenlerin dinleme ve icra pratiklerinde öncelikli bir yer işgal ettiği, onları bir araya getirdiği ve yabancı bir dünyada bile “evlerinde” hissettirdiği bir gerçek.