Müzikofili: Müzik ve Beyin Öyküleri
Müzik, taşıdığı muazzam duygulanım yaratma potansiyeliyle, müzikbilimciler için bile bir muamma olmayı sürdürüyor. Zira bir müzik parçası, zihninize teklifsizce sızarak çok derinlerdeki anıları açığa çıkarabilir, sizi hazırlıksız yakalandığınız duygulara sevk edebilir ya da motor becerilerinizin kontrolünü ele geçirebilir. İlk defa duyduğunuz bir şarkıyı dinlerken dalıp gitmeniz, gözlerinizin nemlenmesi ya da istemsizce tempo tutup dans etme isteği duymanız pek ala mümkün.
Elbette duyduğunuz belli bir müzik parçasına kültürel olarak yakınlık duymayabilirsiniz; zira bir kültürün “müzik” olarak tanımladığını, diğeri “gürültü” olarak sınıflandırabilir. Ya da belli bir müzik parçası kulağınızı tırmalayabilir, sizde nahoş hisler uyandırabilir. Ancak insan olarak ortak bir özelliğimiz, “müzik” olarak tanımladığımız ses kompozisyonlarına duyduğumuz yatkınlık, yani müzikofili. Başka bir deyişle, müzik, söylene geldiği gibi “evrensel bir dil” filan değil, ama müzik yapma davranışı ya da müziğin varlığı evrensel!
Nörolog ve yazar Oliver Sacks, Karısını Şapka Sanan Adam ve Mars’ta Bir Antropolog gibi Türkçe’ye çevrilen çok sayıda kitabı dolayısıyla bu coğrafyada yakından tanınıyor -kendisini tanımıyorsak bile pek çoklarımız Sacks’ın aynı adlı kitabına dayanan 1990 yapımı Uyanışlar filmini hatırlarız. Geçtiğimiz günlerde, okuyucularını derinden üzen ölümünün ardından, yazar hakkında epeyce yazıldı, yazılmakta. Bense Sacks’ı, nispeten az tanınan ve Türkçe’ye 2014’te çevrilen bir kitabı ve genel olarak müzik merkezli çalışmaları çerçevesinde anmak istiyorum.
Sacks’ın kitapları büyük ölçüde kendi meslek hayatı boyunca karşılaştığı vakalar üzerine notlarından oluşmakta; Müzikofili: Müzik ve Beyin Öyküleri de öyle. 2007’de yazdığı ve Türkçe’de Begüm Kovulmaz çevirisiyle YKY tarafından -art arda iki baskıyla- yayınlanan kitap, Sacks’ın yıllar içinde karşılaştığı çok sayıdaki müzikli vakayı içeriyor. Kitapta, melodilerin istilasına uğrayanlardan, belli ses frekanslarını duyduklarında fiziksel acı hissedenlere, müzik sayesinde geçici “iyileşmeler” gösteren Parkinson, demans ve melankoli vakalarına kadar geniş bir yelpazede, hepsi birbirinden ilginç dinleyici ve müzisyen öyküleri yer alıyor. Bu vakalar arasında müziksel duyuşu başka duyularla birleştiren, sesleri, tat ya da kokularla eşleştirenler var ki, Sacks’ın, sinestezi denilen bu özelliği konu ettiği Sesleri Görmek adlı bir kitabı da 2001 yılında Türkçe’de yayınlanmıştı.
Müziğin bir muamma olduğundan bahsetmiştik ya, nörologlar için de durum çok farklı değil aslında. Zira müziğe ilişkin algımız beynin belli bir bölgesinde gerçekleşmekten ziyade, beynimizdeki onlarca sinir ağının etkileşime geçmesiyle oluşuyor. Müziksel davranışın dilsel olandan bile daha fazla sinir ağını harekete geçirdiği biliniyor ki bu da, müziği dinleme, icra etme, besteleme gibi süreçlerde “içeride” olan biteni açıklamayı zorlaştırıyor. Yine tam da bu nedenle, beynin farklı bölgelerinde gerçekleşen hasarlar, müziğe ilişkin algımızda çok çeşitli fark ve hassasiyetler yaratabiliyor ya da tersine, müzik, bu hasarların giderilmesinde etkin bir rol üstlenebiliyor. Müzik terapinin en etkili olduğu alanın nörolojik rahatsızlıklar olması da bundan.
Bununla birlikte, kitapta sözü edilen bazı vakaların yaşanması için nörolojik hasar zorunlu değil. Hiç rüyanızda yaptığınız harika besteyi uyandığınızda da hatırlamayı dilediğiniz oldu mu? Ya da aklınıza takılan bir melodiden kurtulmak için çareyi başka şarkılar dinlemekte bulduğunuz? Cevabınız evetse endişelenmeyin, bu işte yalnız değilsiniz! Kötü haberse, beyninizde olup biteni göz önüne seren gelişmiş görüntüleme teknolojilerine rağmen bunların sebebi tam olarak anlaşılabilmiş değil.
Müzikofili’de, klasik Batı müziği referansları epeyce yer tutmakta. Tabii bunun sebebi, Sacks’ın incelediği “hasta” profilinin özellikle orta sınıf Avrupalı dinleyici ve müzisyenlerden oluşması. Kitap, bu bakımdan klasik müzik severlerin ilgisini çekecektir. Ayrıca, Sacks’ın Müzikofili kitabına dayanan Musical Minds belgeselini internet üzerinden online izlemek mümkün.
Son bir not olarak, Yapı Kredi Yayınları’nın da pek çok diğer yayınevi gibi atladığı bir konuya değinelim: Begüm Kovulmaz çeviride tartışmasız iyi bir iş çıkarmış. Ancak, müzik gibi teknik bir meselede alanın uzmanlarınca yapılmış bir son okuma, çok sayıda önemli hatayı önleyebilir; üstelik ülkemizde bu işin emanet edilebileceği çok sayıda müzikbilimci mevcut!
Sacks’ın kitabının girişinde Darwin’e ve diğer evrim teorisyenlerine referansla belirttiği gibi, müzik, şaşırtıcı biçimde insan evriminde doğrudan bir rol üstlenmiyor. Yine de müziğin, yarattığı duygulanım ve güçlü bellek sayesinde, bir arada yaşayabilmemizi mümkün kılan gönül yakınlıkları kurmamıza vesile olduğuna kuşku yok.